YÜZ YIL ÖNCE ANKARA – Eylül 1920
YÜZ YIL ÖNCE ANKARA – Eylül 1920
ENGELLERİ AŞMAYA DOĞRU (EYLÜL-2020)
Vecdi Seviğ – Gökkuşağı Sitesi
Ankara’da 23 Nisan 1920’de meclis açılmış, düzenli ordu henüz oluşturulmadan işgal güçleri Anadolu’ya yayılmaya başlamış, kargaşadan yararlanmak isteyen çeteler ortaya çıkmış, Uşak ve Bursa illeri dâhil Batı Anadolu’nun bir bölümü Yunan güçlerinin yönetimine geçerken, İstanbul hükümeti de Sevr denilen Anadolu’nun parçalanması anlaşmasını 10 Ağustos’ta imzalamıştı.
Sonbaharın hüznü Anadolu’ya çökmek üzereydi.
İstanbul hükümetinin hedefi, Ankara’dan yükselmeye başlayan bağımsızlık ateşini söndürecek girişimleri sürdürmek, işgal güçlerinin talimatlarını yerine getirmekten ibaretti. 9 Ağustos 1919’da ordudan çıkarılıp nişanları geri alınan, 29 Aralık’ta nişan ve madalyaları iade edilen, 11 Mayıs1920’de idama mahkûm edilen Mustafa Kemal’in bu kez 7 Eylül 1920 günü de rütbesinin yarbaylığa indirilmesine karar veriliyordu. Amaç işgalcilerin isteklerine olumlu yanıt vermekten ibaretti.
Ankara’daki milletvekillerinden bir bölümü de düşmanın ilerlemesine Meclis hükümeti içinden sorumlu arıyor, muhalefet cephesi oluşturmaya çalışıyordu. Yeni yönetime karşı isyanların engellenmesi ve asker kaçaklarının yargılanması için kurulan İstiklal Mahkemelerine üye seçiminde sorunlar ortaya çıkıyor, Sovyetler Birliği ile yürütülen görüşmeler bahane edilerek Mustafa Kemal ekibinin Bolşevik özentisi içine girdiği iddiaları Meclis gündemine taşınıyordu.
Sovyetler Birliği hükümetiyle anlaşma imzalayan Anadolu heyetinden Ticaret Bakanı Yusuf Kemal (Tengirşek) Bey 16 günlük bir yolculuğun ardından Trabzon’a gelmiş ve Ankara’ya çektiği telgrafla anlaşmayla sağlananlardan bilgi vermişti. Bu telgraf, 24 Ağustos tarihli anlaşmayla Sovyetlerden 1 milyon altın ruble ile cephane, top ve tüfek sağlandığı bilgisini içeriyordu. 200 altın ruble Doğu bölgesi için Kazım Karabekir’e teslim edildi. Yusuf Kemal Bey, Trabzon’dan Ankara’ya 22 Eylül günü kılık değiştirerek hareket edecekti. Çünkü hakkında İstanbul hükümetinin idam kararı vardı.
Mustafa Kemal yönetimine karşı örgütlendiği anlaşılan bir grup milletvekili, alkollü içki tüketimini yasaklayan kanunu meclisten geçirmeyi başardı. Böylece kaçak içki üretimi teşvik ediliyor, yasal yollardan yapılan üretimden alınan vergi geliri de sağlanamaz hale geliyordu. Kurulmakta olan yeni yönetimin çalışma esaslarını belirlemeyi amaçlayan “Halkçılık Programı”nın meclis görüşmeleri de aynı grubun “Bolşevik özenti” eleştirilerine sahne oluyor, din esaslı program yapılması için çaba harcanıyordu. Program, 1921 yılının Ocak ayında meclisten geçirilebilecek ve 1921 Anayasası olarak anılacaktı.
Meclis’teki bu eğilimler ve hilafetin geleceğine ilişkin yasal düzenleme yapılması girişimleri nedeniyle Meclis’te 25 Eylül Cumartesi günü yapılan gizli oturumda kürsüye gelen Mustafa Kemal, Meclis’te bu konunun sık sık gündeme getirilmesini doğru bulmadığını söyledi ve tutanaklara yansıyan biçimiyle aynen şöyle dedi:
“Bugün bu makamı (Hilafet makamı) işgal eden zat bu millet ve memleket için hain bir adamdır. (Alkışlar) Müsaade buyurunuz beyim. Hain bir adamdır. (Alkışlar, bravo sesleri) Meclisi Âlinizde şimdiye kadar pek büyük ve cidden tarihî cüretler gördük. Maateessüf (üzgünüm) şimdi makamı hilâfet ve saltanatı işgal eden zat bu millet için hain bir adamdır. Bu milletin mukadderatına bütün manasıyla vaziülyed (geleceğine tam anlamıyla el koyan) olduğunuzu ispat ettiniz. Bunun sayesinde bize bütün dünya, bütün düşmanlarımız ehemmiyet (önem) etmektedirler. Bu Meclis cidden tarihî hizmet ve cesaretler göstermiştir.”
Atatürk, sözlerini günümüzdeki Türkçesiyle özetle şöyle sürdürecekti:
“Hain ya da makamının gücünü ve yetkisini kullanması yasak edilmiş olan kişi, aslında padişah ve halife olamaz. ‘Öyle ise, onu indirip yerine hemen başkasını seçeriz’ demek istiyorsanız, buna da bugünkü durum ve koşullar elverişli değildir. Çünkü padişahlıktan ve halifelikten çıkarılması gereken kişi, ulusun içinde değil, düşmanların elindedir. Onu yok sayarak başka birini tanımak düşünülüyorsa, o zaman bugünkü halife ve padişah, haklarından vazgeçmeyerek İstanbul’daki hükümetiyle bugün olduğu gibi, makamını koruyup çalışmalarını sürdürebileceğine göre, ulus ve yüce Meclis, asıl amacını unutup halifeler sorunu ile mi uğraşacak? Ali ile Muaviye çağını mı yaşayacağız? Kısacası bu sorun geniş, ince ve önemlidir. Çözümü, bugünün işlerinden değildir.”
Bu Mustafa Kemal’in Meclis’te o güne kadar yaptığı en sert konuşmalardan biriydi ve hilafetin geleceğine ilişkin net mesajı içeriyordu.
Yozgat’ta bir süre önce bastırılan ve katılımcıların bir bölümünün affedildiği ayaklanma bu kez aynı ilin Akdağmadeni ilçesinde silahaltına alınarak cepheye gönderilmek istenilen bir grubun başkaldırısı biçiminde ortaya çıkıyordu. Aynı günlerde birinci ayaklanma sırasında görevinin başında öldürülen Akdağmadeni Kaymakamı Tahir Bey’in eşine ve çocuklarına maaş bağlanması hakkında kanun Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul ediliyordu.
29 Eylül günü İngiltere Dışişleri Bakanlığı ülkesinin başsavcılığına başvurarak İstanbul’daki Yüksek İngiliz Komiserliğinin Sevr Antlaşmasının 230. maddesine göre “Ermeni kırımından sorumlu kişilerin yargılanmaları hakkında bilgi istediğini” bildiriyordu. Yargılanacaklarla ilgili 174 kişilik listede Mustafa Kemal, Kazım Karabekir, Ali Fuat paşaların da adları bulunuyordu. Başsavcılık yanıtını ekim ayı ortasında verecekti: “Türk Barış Antlaşmasının bugünkü durumu, soruya karşılık vermeyi şimdilik olanaksız kılmaktadır.” Malta Sürgünleri kitabını hazırlayan Büyükelçi Bilal Şimşir, kitabında bu yanıtı şöyle değerlendirecekti:
“İngiliz başsavcılığı, İngiliz diplomatlarına ve askerlerine ders veriyordu adeta: Sevr Barış Antlaşması imzalanmış olmakla birlikte henüz onaylanmamış ve yürürlüğe girmemiştir.” Doğal olarak da onaylanmamış bir anlaşma uygulanamaz ve buna dayanarak da yargılama yapılamazdı.
Ekim ayı yeni isyanlar, görüşmeler, çatışmalar ve askeri hazırlıklarla dolu geçecekti.